Her şeye gücü yeten ve sevgi dolu bir Yaratıcı’nın varlığını inkâr etmek için öne sürülen çeşitli nedenler arasında bu soru genellikle listenin başında gelir. Mantık oldukça basit görünmektedir. Eğer Tanrı her şeye gücü yetiyorsa ve sevgi doluysa, o zaman dünyayı kontrol edebilir ve onu bizim iyiliğimiz için yönlendirebilir. Ancak dünya acı, ıstırap ve ölümle dolu olduğundan, Tanrı ya var olmamalıdır, ya da tüm güce sahip değildir veya sevgi dolu olmayabilir. Bu düşünceyi savunanların bazı görüşlerini inceleyelim:
“Doğal dünyada her yıl yaşanan acıların toplamı, makul düşüncenin ötesindedir. Bu cümleyi kurduğum anda, binlerce hayvan canlı canlı yeniyor, birçoğu korkuyla inleyerek canlarını kurtarmak için kaçıyor, bazıları ise parazitler tarafından yavaş yavaş içten tüketiliyor, binlercesi açlık, susuzluk ve hastalıktan ölüyor.”
— Richard Dawkins, “Tanrı’nın Yararlılık İşlevi,” Bilimsel Amerikan (Kasım 1995), s. 80-85.
Acı ve kaçınılmaz gerçek şu ki, tüm yaşam ölüme dayanır. Her etobur yaratık başka bir canlıyı öldürmek ve yemek zorundadır… Sevgi dolu bir Tanrı bu kadar dehşet verici bir dünyayı nasıl yaratabilir? Elbette, acı ve ölüm olmadan da sürdürülebilecek bir hayvanlar âlemi yaratmak, her şeyi bilen bir Tanrı’nın yetkinliğinin ötesinde olmamalıdır.
— Charles Templeton, Tanrıya Elveda, 1996, s. 197-199.
Ancak bu soruyu derinlemesine incelediğimizde, sorunun başlangıçta göründüğünden daha karmaşık olduğunu fark edeceğiz. Yaratıcı’yı denklemden çıkarmak, bir çelişkiye yol açar.
Kutsal Kitap’taki Dünya Görüşünü Oluşturmak
Kutsal Kitap’taki dünya görüşünü dikkatlice ortaya koyarak bu soruya yanıt vermeye çalışalım. Kutsal Kitap, Tanrı’nın var olduğunu ve O’nun gerçekten her şeye gücü yeten, adil, kutsal ve sevgi dolu olduğunu savunur. Basitçe söylemek gerekirse, O her zaman öyledir. O’nun gücü ve varlığı başka hiçbir şeye bağlı değildir. İlk diyagramımız bunu göstermektedir.
Tanrı, kendi iradesi ve gücüyle doğayı yoktan (ex nihilo) yarattı. İkinci diyagramda doğayı yuvarlak kahverengi bir dikdörtgen olarak gösteriyoruz. Bu dikdörtgen, evrenin tüm kütle enerjisini ve aynı zamanda evrenin işlediği tüm fiziksel yasaları içerir. Ayrıca, yaşamın yaratılması ve sürdürülmesi için gerekli olan tüm bilgiler burada yer alır. Böylece, kimya ve fiziğin fizik yasalarından yararlanan proteinleri kodlayan DNA da doğaya dahil olur. Bu kutu büyük, ama en önemlisi Tanrı’nın bir parçası değildir. Doğa, Tanrı’yı temsil eden buluttan ayrı, Tanrı’dan farklı olarak doğa kutusuyla temsil edilir. Tanrı, doğayı yaratmak için gücünü ve bilgisini kullandı; bu nedenle bunu Tanrı’dan doğaya doğru giden okla gösteriyoruz.
İnsanlık Tanrı’nın Suretinde yaratıldı
Sonra Tanrı insanı yarattı. İnsan, madde-enerjiden ve yaratılışın geri kalanıyla aynı biyolojik DNA bilgi yapısından oluşur. Bunu, insanı doğa kutusunun içine yerleştirerek gösteriyoruz. Dik açılı ok, Tanrı’nın insanı doğanın unsurlarından yarattığını gösterir. Ancak Tanrı, insana maddi olmayan manevi boyutlar da yaratmıştır. Kutsal Kitap, insanın bu özel özelliğini ‘Tanrı’nın suretinde yaratılmış’ olarak tanımlar (daha fazlasını burada bulabilirsiniz). Böylece Tanrı, insana madde-enerji ve fizik yasalarının ötesinde manevi yetenekler ve özellikler vermiştir. Bunu, Tanrı’dan insana giden ikinci okla (‘Tanrı Sureti’ etiketli) gösteriyoruz.
Doğa Ana değil, Doğa Kardeş
Hem doğa hem de insan, maddi olarak doğadan oluşan ve onun içinde ikamet eden insanla birlikte Tanrı tarafından yaratılmıştır. Bunu, ‘Doğa Ana’ atasözünü değiştirerek anlıyoruz. Doğa bizim annemiz değil, doğa bizim kız kardeşimizdir. Bunun nedeni, Kutsal Kitap’taki dünya görüşüne göre hem doğanın hem de insanın Tanrı tarafından yaratılmış olmasıdır. Bu ‘Kardeş Doğa’ fikri, insan ve doğanın benzerlikler taşıdığı fakat aynı zamanda her ikisinin de aynı kaynaktan türediği fikrini yansıtır. İnsan doğadan gelmez, doğanın unsurlarından oluşur.
Doğa: Adaletsiz ve Ahlak Dışı – Neden Tanrı?
Artık doğanın acımasız olduğunu ve adaletin bir anlamı varmış gibi işlemediğini gözlemliyoruz. Bu özelliği diyagramımızda doğaya ekliyoruz. Dawkins ve Templeton bunu yukarıda ustaca ifade ettiler. Onların işaretini takip ederek Yaratıcı’ya geri döneriz ve O’nun böylesine ahlak dışı bir doğayı nasıl yaratabildiğini sorarız. Bu ahlaki argümanı yönlendiren, Richard Dawkins tarafından çok güzel bir şekilde ifade edilen, doğuştan gelen ahlaki muhakeme yeteneğimizdir.
Ahlaki yargılarımızı yönlendirmek evrensel bir ahlaki dilbilgisidir… Dilde olduğu gibi, ahlaki dilbilgimizi oluşturan ilkeler de farkındalığımızın radarının altından uçar.Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı . P. 223
Seküler Dünya Görüşü – Doğa Ana
Hoşumuza giden bir cevap bulamayınca, çoğu kişi hem doğayı hem de insanı yaratan aşkın bir Yaratıcı fikrini reddediyor. Yani artık dünya görüşümüz laikleşti ve buna benziyor.
Bizi var eden sebep olarak Tanrı’yı ortadan kaldırmış olduk, böylece insanın ‘Tanrı’nın sureti’ni taşıyan farklılığını da ortadan kaldırmış olduk. Bu, Dawkins ve Templeton’ın desteklediği ve bugün Batı toplumuna hakim olan dünya görüşüdür. Geriye kalan tek şey doğa, kütle enerjisi ve fizik yasalarıdır. Böylece anlatı, doğanın bizi yarattığını söyleyecek şekilde değiştirildi. Bu anlatıda, doğalcı bir evrimsel süreç insanı ortaya çıkarmıştır. Bu görüşe göre doğa gerçekten bizim annemizdir. Çünkü bizimle ilgili her şey, yeteneklerimiz, kapasitelerimiz ve özelliklerimiz doğadan gelmek zorundadır, çünkü başka bir neden yoktur.
Ahlaki İkilem
Ancak bu bizi ikilemimize getiriyor. İnsanlar hâlâ Dawkins’in ‘ahlaki dilbilgisi’ olarak tanımladığı ahlaki kapasiteye sahiptir. Peki, ahlak dışı (kötü ahlaktaki gibi değil, ahlakın yapının bir parçası olmadığı anlamında) doğa nasıl karmaşık bir ahlaki dilbilgisine sahip varlıklar üretiyor? Başka bir deyişle, Tanrı’nın adaletsiz bir dünyaya hükmettiğine karşı olan ahlaki argüman, gerçekten adaletin ve adaletsizliğin var olduğunu varsayar. Ama eğer dünya ‘adaletsiz’ olduğu için Tanrı’dan kurtulursak, o zaman bu ‘adalet’ ve ‘adaletsizlik’ kavramını nereden edineceğiz? Doğanın kendisi, adaleti de içeren ahlaki bir boyuta dair hiçbir ipucu vermez.
Zamanın olmadığı bir evren hayal edin. Böyle bir evrende birisi ‘geç’ kalabilir mi? Birisi iki boyutlu bir evrende ‘kalın’ olabilir mi? Benzer şekilde, ahlak dışı doğanın tek sebebimiz olduğuna karar verdik. Yani kendimizi ahlak dışı bir evrende buluyoruz, onun ahlaka aykırı olduğundan şikâyet mi ediyoruz? Bu ayırt etme ve ahlaki açıdan akıl yürütme yeteneği nereden geliyor?
Basitçe Tanrı’yı denklemden çıkarmak, Dawkins ve Templeton’ın yukarıda çok güzel ifade ettiği sorunu çözmez.
Acı, Acı ve Ölümün Kutsal Kitaptaki Açıklaması
Kutsal Kitap’taki dünya görüşü acı sorununa yanıt verir, ancak bunu ahlaki dilbilgimizin nereden geldiğini açıklama sorununu yaratmadan yapar. Kutsal Kitap yalnızca teizmi, yani yaratıcı bir Tanrı’nın var olduğunu onaylamaz. Aynı zamanda doğaya giren bir felaketi de ifade eder. İncil, insanın Yaratıcısına isyan ettiğini ve bu yüzden acı, ıstırap ve ölümün var olduğunu söyler. Buradaki hesabı, burada da belirtilen sonuçlarıyla birlikte inceleyin.
Tanrı neden insanın isyanının bir sonucu olarak acının, ıstırabın ve ölümün girmesine izin verdi? Ayartılmanın ve dolayısıyla insanın isyanının merkezini düşünün.
5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
YARATILIŞ 3:5
İnsanın ilk ataları “iyiyi ve kötüyü bilerek Tanrı gibi olmaya” ayartılmıştı. Burada ‘bilmek’, dünyadaki başkentleri bilebileceğimiz veya çarpım tablosunu öğrenebileceğimiz gibi gerçekleri bilmek anlamında değildir. Allah, öğrenme anlamında değil, karar verme anlamında ‘bilir’. Tanrı gibi ‘bilmeye’ karar verdiğimizde, neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verme görevini üstlendik. Daha sonra kuralları istediğimiz gibi belirleyebiliriz.
O kader gününden bu yana insanoğlu, kendi kendisinin tanrısı olma içgüdüsünü ve doğal arzusunu taşımış, neyin iyi neyin kötü olacağına kendisi karar vermiştir. Bu noktaya kadar Yaratıcı Tanrı, doğayı dost canlısı ve iyi hizmet eden kız kardeşimiz olarak yaratmıştı. Ancak bu noktadan itibaren doğa değişecektir. Tanrı bir laneti emretti.
17 RAB Tanrı Adem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecekbulamayacaksın.
YARATILIŞ 3: 17-19
18 Toprak sana diken ve çalı verecek, Yaban otu yiyeceksin.
19 Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.”
Lanetin Rolü
Lanetle birlikte Tanrı, tabiri caizse doğayı kız kardeşimizden üvey kız kardeşimize dönüştürdü. Romantik öykülerde üvey kız kardeşler, kahraman kadına hükmeder ve onu aşağılar. Benzer şekilde, üvey kız kardeşimiz doğa da artık bize sert davranıyor, acı ve ölümle üzerimize hâkim oluyor. Aptallığımız içinde Tanrı olabileceğimizi düşündük. Doğa, zalim üvey kız kardeşimiz olarak bizi sürekli olarak gerçekliğe geri getirir. Her ne kadar aksini düşünsek de bize tanrı olmadığımızı hatırlatıp duruyor.
İsa’nın kayıp oğul ile ilgili benzetmesi bunu gösteriyor. Aptal oğul babasından ayrılmak istedi ama sürdürdüğü hayatın zor, meşakkatli ve acı verici olduğunu fark etti. Bu nedenle İsa, oğlunun ‘aklı başına geldi’ dedi. Bu benzetmede biz aptal oğuluz ve doğa, onun rahatsızlık veren zorlukları ve açlığı temsil ediyor. Doğa, üvey kız kardeşimiz olarak aptalca hayal gücümüzden kurtulmamıza ve aklımızı toparlamamıza olanak sağlar.
İnsanoğlunun son 200 yıldaki teknolojik atılımları, büyük ölçüde üvey kız kardeşinin üzerimizdeki ağır elini hafifletmeye yönelikti. Zahmetimizin geçmişe göre çok daha az acı verici olması için enerjiden yararlanmayı öğrendik. Tıp ve teknoloji, doğanın üzerimizdeki sıkı kontrolünü azaltmada büyük katkı sağladı. Bunu memnuniyetle karşılarken ilerlememizin bir yan ürünü olarak, tanrı yanılsamalarımızı geri almaya başladık. Bir şekilde özerk tanrılar olduğumuzu hayal etme yanılgısına kapılıyoruz.
İnsanlığın son zamanlardaki ilerlemelerinin zirvesinde yer alan önde gelen düşünürlerin, bilim adamlarının ve sosyal etki sahibi kişilerin bazı açıklamalarını düşünün. Kendinize bunların bir parça tanrı kompleksine sahip olup olmadığını sorun.
İnsanlığın son zamanlardaki ilerlemelerinin zirvesinde yer alan önde gelen düşünürlerin, bilim insanlarının ve sosyal etkili kişilerin bazı açıklamalarını düşünün. Kendinize bunların bir parça tanrı kompleksine sahip olup olmadığını sorun.
“Düşüncenin evrimsel modelinde artık doğaüstüne ne ihtiyaç ne de yer vardır. Dünya yaratılmadı, gelişti. İnsani benliğimiz, zihnimiz ve ruhumuzun yanı sıra beynimiz ve bedenimiz de dahil olmak üzere, burada yaşayan tüm hayvanlar ve bitkiler de aynısını yaptı. Din de öyle. … Evrimci insan, kendi yarattığı tanrısal baba figürünün kollarında yalnızlığından artık sığınamaz… ”Sör Julian Huxley. 1959. Chicago Üniversitesi’nin Darwin Yüzüncü Yılında Konuşmalar. Thomas Huxley’in torunu Sir Julian aynı zamanda UNESCO’nun ilk genel müdürüydü.
‘Dünyanın bir anlamı olmasını istememek için nedenlerim vardı; sonuç olarak hiçbirinin olmadığını varsaydı ve bu varsayım için tatmin edici nedenler bulmayı hiçbir zorluk yaşamadan başardı. Dünyada hiçbir anlam bulamayan filozof, yalnızca saf metafizikteki bir sorunla ilgilenmez; aynı zamanda kişisel olarak yapmak istediği şeyi yapmaması veya arkadaşlarının neden yapmaması gerektiği konusunda geçerli bir neden olmadığını kanıtlamakla da ilgilenir. Siyasi iktidarı ele geçirirler ve kendilerine en avantajlı buldukları şekilde yönetirler. … Bana göre anlamsızlık felsefesi esasen cinsel ve politik bir özgürleşme aracıydı.’Huxley, Aldous., Amaçlar ve Araçlar , s. 270 ve devamı.
Artık kendimizi başka birinin evinde misafir gibi hissetmiyoruz ve bu nedenle davranışlarımızı önceden var olan bir dizi kozmik kurala uygun hale getirmek zorunda kalmıyoruz. Bu artık bizim eserimiz. Kuralları biz koyuyoruz. Gerçekliğin parametrelerini belirliyoruz. Dünyayı biz yaratıyoruz ve bunu yaptığımız için artık kendimizi dış güçlere borçlu hissetmiyoruz. Artık davranışlarımızı haklı çıkarmamıza gerek yok, çünkü artık evrenin mimarlarıyız. Kendimiz dışında hiçbir şeyden sorumlu değiliz, çünkü biz sonsuza dek krallık, güç ve yücelik biziz.Jeremy Rifkin, Algeny Yeni Bir Kelime—Yeni Bir Dünya , s. 244 (Viking Press, New York), 1983. Rifkin, bilim ve biyoteknolojinin toplum üzerindeki etkisi konusunda uzmanlaşmış bir ekonomisttir.
Durum Şu Anki Haliyle – Ama Umutla
Kutsal Kitap neden bu dünyayı ıstırap, acı ve ölümün karakterize ettiğini özetler. İsyanımızın sonucu ölüm geldi. Bugün o isyanın sonuçlarını yaşıyoruz.
12 Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.
ROMALILARA 5:12
Dolayısıyla bugün hayal kırıklığı içinde yaşıyoruz. Ancak müjde öyküsü bunun sona ereceğine dair umut veriyor. Kurtuluş gelecek.
20 Çünkü yaratılış amaçsızlığa teslim edildi. Bu da yaratılışın isteğiyle değil, onu amaçsızlığa teslim eden Tanrı’nın isteğiyle oldu. Çünkü yaratılışın, yozlaşmaya köle olmaktan kurtarılıp Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması umudu vardı.
ROMALILARA 8:20-22
21 (#8:20)
22 Bütün yaratılışın şu ana dek birlikte inleyip doğum ağrısı çektiğini biliyoruz.
İsa’nın ölümden dirilişi bu kurtuluşun ‘ilk meyveleri’ idi. Bu, Tanrı’nın Krallığı tamamen kurulduğunda gerçekleşecektir. O zaman:
3 Tahttan yükselen gür bir sesin şöyle dediğini işittim: “İşte, Tanrı’nın konutu insanların arasındadır. Tanrı onların arasında yaşayacak. Onlar O’nun halkı olacaklar, Tanrı’nın kendisi de onların arasında bulunacak.
VAHİY 21:3-4
4 Onların gözlerinden bütün yaşları silecek. Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen ortadan kalktı.”
Umut kontrastı
Dr. William Provine ve Woody Allen ile karşılaştırıldığında Pavlus’un ifade ettiği umut farkını düşünün:
“Çabuk olan ölümsüzlükle giydirildiğinde ve ölümlü olan ölümsüzlükle giydirildiğinde, o zaman şu söz yerine gelecektir: ‘Ölüm zaferle yutuldu.'”
55 “Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, iğnen nerede?”
56 Ölümün acısı günahtır ve günahın gücü yasadır. 57 Ama Tanrı’ya şükürler olsun! Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla bize zaferi veriyor.1 Korintliler 15:54-57’de Havari Pavlus
Woody Allen şöyle der: “İnsanın yaşayabilmesi için yanılsamalara sahip olması gerekir. Hayata çok dürüst ve çok net bakarsanız, hayat çekilmez hale gelir çünkü oldukça acımasız bir girişimdir. Bu benim bakış açım ve hayata bakış açım her zaman bu oldu; çok acımasız, karamsar bir bakış açım var… Bunun [hayatın] acımasız, acı verici, kabus gibi, anlamsız bir deneyim olduğunu ve bunu başarmanın tek yolunun bu olduğunu hissediyorum. Mutlu olmak, kendinize bazı yalanlar söyleyip kend
“Modern bilim şunu ima ediyor… ‘Hiçbir şekilde amaca yönelik ilkeler yoktur. Rasyonel olarak tespit edilebilecek hiçbir tanrı ya da tasarım gücü yoktur… ‘İkincisi,… doğasında var olan ahlaki ya da etik yasalar yoktur, insan toplumu için mutlak yol gösterici ilkeler yoktur. ‘Üçüncüsü, [a]… insan kalıtım ve çevresel etkiler yoluyla etik bir kişi haline gelir. Hepsi bu kadar. ‘Dördüncüsü öldüğümüzde ölürüz ve bu bizim sonumuzdur.’W. Provine. “Evrim ve Etiğin Temeli”, MBL Science, Cilt.3, (1987) No.1, s.25-29. Dr. Provine, Cornell Üniversitesi’nde Bilim Tarihi profesörüydü.
Hayatınızı hangi dünya görüşünün üzerine kurmayı tercih edersiniz?